28 Ağustos 2012 Salı

ne doktorlar, mühendisler...


üniversiteden mezun olalı 1 sene olmuş, ben özelde iş bulmuşum. anamdan emdiğim süt burnumdan geliyor ama ankara'da kalmak uğruna katlanıyorum. o zamanlar bir erkek arkadaşım var. mühendislik fakültesinde okuyor. ama sorsan çoktan mezun olmuş, iş bulmuş, zengin olup karayiplerde bir ada satın almış gibi davranıyor. oysa okula giderken harçlığını ben veriyorum bazen. öyle de salağım.

o zaman da tek başıma yaşıyorum. sabah saat 8'de işe gidiyorum, gece saat 12'de işten geliyorum. tek izin günüm pazartesi günü. benimkine çalışmak denmez. bunun adı başka bir şey. nükleer reaktör var sanki içimde. götümden soluyorum baya baya. eve bir geliyorum, tipim kaymış, oturmaktan tepsi götlü olmuşum. bu mühendis adayı sevgili gece işten geldiğimde arkadaşlarıyla bende oturuyor oluyor. benim ev müsait çünkü toplanmaya. kimse yok. eve bi geliyorum. mutfakta bulaşıklar. zahmet edip bulaşık makinesine bile koymamışlar. oturuyorum. "çok yoruldum bugün" diyorum. "amaaan naaptın ki, ders anlattın altı üstü, sonra da sahneye çıktın, eğlenceli senin işin, yorulmazsın, ben bugün 4 saat derse gittim, kafam patlıyo yorgunluktan, ben senden daha çok yoruldum" diyor.

geçmişte zibil gibi kızla çıkmış, nerde yatıp kalktığı belli değil benim eski erkek arkadaşlarımı paranoya haline getiriyor. aynı sahnede müzik yaptığım arkadaşlarımla bir daha görüşmeyeceksin diyor. iş bu, nasıl görüşmem , aramızda bir şey yok onunla, adam evli, manyak mısın diyorum ama tık yok. adam takmış kafayı. bu arada kendisi eski arkadaşlarıyla gayet görüşüyor ve ben geliyim dediğimde de gelme yaa ben birazdan kalkıcam burdan zaten diyor. ama öyle ki önce istersen gel diyor, yok başım ağrıyo gelmiyim diyorum. 10 dakika sonra arayıp, açık hava iyi gelir belki, hep evdeyim sıkıldım gelicem ben diyorum. yok gelme şimdi, ordan nasıl gelicen, sen gelene kadar ben dönerim gibi yalanlar uyduruyor. neden gelmemi istemiyorsun diyorum, ben arkadaşlarımla vakit geçireyim biraz diyor. neden kıvırıyorsun diyorum, yok yaa kıvırmak değil, şimdi yanlış anlarsın diye şey ettim diyor. yanlış anlayacağım yoksa da yanlış anlamaya başlıyorum haliyle.

bir de bunun bir anası babası var. ikisi de beni hiç görmemiş ama nefret ediyorlar benden nedense. bu salak ne anlatıyorsa onlara artık. anasının benim hakkımda söylediği kötü ne varsa bana yetiştiriyor. annem diyo ki seninle ne işim varmış, yok babam diyo ki neden kendimden küçük biriyle beraber değilmişim. ben de onlara seni savunuyorum havalarında. sanıyor ki bu beni mutlu edecek. içimden deliriyorum ama çaktırmıyorum. ana baba sonuçta, atsan atılmaz, satsan satılmaz. bizim salağa kızıyorum ama, anlatma bana diyorum, ben senden saklayamam diyor. içimden sakla ulan diyorum, sakla, allah belanı versin, psikolojime sıçtın, kendimi evde kalmış kız kurusu gibi hissetmemi mi istiyorsun manyak karı,girmiyorum lan o psikolojiye, uğraşma boşuna.sen de anlatma lan anana beni. tamam biliyorum ananın kötü kızı olmaz, kaynananın da iyi gelini ama ben bilmek zorunda mıyım lan. artık o kadar sinirleniyorum ki anasının kafasını duvara sürtüp kıvılcım çıkartmak gibi hayaller kuruyorum.

bir de bunun annesi ev hanımı. bana diyor ki, benim annem bile senden fazla yoruluyor. indirim yakalamak için market market geziyor. sen derse gidiyorsun, ders anlatıyorsun sadece. o kadar alışveriş yapmak kolay mı sanıyorsun. sor nerde ne indirim var, şıp diye bilir. ulan senin anan zekasını böyle abidik gubidik şeylere kullanıp, kalanıyla da evde oturup dizi izleyip çekirdek çitliyo, benim anam ağlıyo çalışmaktan, bi de eve gelip sizin boklarınızı temizliyorum ama o daha çok yoruluyo. ya saçmalama diyorum, çalışmakla alışveriş yapmak aynı şey mi? annem her şeyin en ucuzunu almak için yürüyüp duruyor diyo bana. ulan benim annem öğretmendi, aynı zamanda 3 çocuk büyütüyordu, üstüne ev işleri vardı, ev bahçeliydi, tarla tapan işleri vardı, annemden bir kere çok yoruldum kelimesini duymuş değilim. kadın bir kere hasta olmuştu da annem hasta da oluyormuş diye şaşırmıştım, oturup ağlamıştım o yataktan kalkana kadar. bu kadın nasıl ajitasyon yapıyor demek ki, baksana herkes ay çok yoruluyo alışveriş yapınca diye düşünüyor. cevap vermiyorum, susuyorum.

günlerden bir gün bunun bilgisayarı bozuldu. ben evde doğru düzgün durmuyorum sen benim laptopı al, bilgisayar parçalarını toplarsın hem, işin bitince getirirsin dedim buna. tamam dedi, aldı laptopımı. geri getirdi bana 1 hafta sonra. ben de öyle karıştırıyorum laptopı. bi yerde kayıtlı msn dosyaları gördüm. alla alla nerden ne zaman internete bağlandım da kiminle konuştum acaba, ne konuşmuşum ki lan diye merak ettim. zira çalışmaktan uzun zamandır internete de giremiyordum. baya eski olmalılar diye açtım dosyaların birini. ama tanımıyorum ki ben böyle bi kız diyorum içimden de. bi baktım bizim herif o çooook yakın ama arasında hiç bir şey olmayan arkadaşıyla aynen şu konuşmaları yapmış.

kız: ya geçenlerde bi isveçliyle dirty dancing yaptım
herif: senin partnerin ben olmalıydım, ama benim de göbeğim var.
kız: ahahahahha
herif: ama olsun, kollarım uzun, kavrarım kalçandan çimdiklerim

....

kız: nasıl tavliycam erkekleri söyle bakıyım.
herif: böyle liseli eteği giy, bi de gömlek, saçlarını da iki kulak yap, her erkeğin liseli fantezisi vardır.
kız: ağzıma da bi tane lolipop alayım.
herif: seni ben isterim o zaman

....

kız: ondan sonra da adamla şöyle yaptık, böyle yaptık
herif: sen de bi bana vermedin yaaa

...

ben bunları gördüm. tepem attı ama haliyle. bunu aradım kaymaya başladım. bunlar ne lan diye, senin ağzına yüzüne erkekliğine sıçayım, şerefsiz, beni sıkıştırıyosun arkadaşlarımla görüşmiyim diye, yediğin bokun haddi hesabı yok. ama anlamalıydım, kişi kendinden bilir işi, derler. salak kafam diyorum bi yandan da. yok o sadece arkadaş, biz onunla öyle muhabbet ederiz demeye başladı. sizin muhabbetinize sıçarım lan dedim. diğerlerini okuma dedi. neden dedim, ya okuma işte, sil hepsini dedi. ulan hepsini oku dese okumazdım. ama okuma dedi ya. ne var burda söyle ben bulmayayım dedim, söylersen okumayacağım dedim, aslında köpek gibi okuyacam, sadece daha fazla yalan söyleyecek mi merak ediyorum. ya işte biz arkadaşlarla ot içmiştik, otu nerden ne zaman alacaz muhabbeti yapıyorduk dedi. okuma işte dedi. bunu dedin ya hepsini tek tek okuyacam dedim. açtım bütün hepsini tek tek okudum. ot falan da içmemişler salaklar.

bunun amsterdam'da bir arkadaşı vardı. onunla da şöyle bir konuşmasını okudum.

herif: olm türkiye çok sıkıcı lan, ben de gelicem oralara. ordaki hatunlar süper
arkadaşı: lan bize bakmıyo bunlar. türküz diye küçük görüyolar hatta
herif: olm sen fotoğrafla uğraşmıyor muydun? kızın fotoğrafını falan çek beğenirsen, muhabbete gir bi şekilde, abaza olmadığını anlar
arkadaşı: sen niye sıkıldın türkiyeden? yamukla'le devam di mi?
herif: devam ama bi tuhaf gidiyor.
arkadaşı: niye lan, süperdiniz siz, ideal çift gibi görüyordum ben sizi.
herif: yok yaa, yamukla'le kafa yapılarımız farklı, benim mühendis bi hatun bulmam lazım.

...

e tabi ben bunları da okuyunca tepem attı. siktir git dedim. hala bana ama senin eski sevgilin falan diyordu. telefonu suratına kapattım ki normalde yaptığım şey değildir. bunun bende bi kaç eşyası kalmıştı. 1 hafta aramadı. 1 hafta sonra hard diskim lazım bana dedi. 1 hafta boyunca lazım olmadı sanki, yapışık yaşıyordun hard diskine, götüm yemedi diyemiyorsun tabi diyecektim, sakin ol yamukla dedim, demedim. ben de arkadaşımı aradım. gel beni al, yalnız gitmek istemiyorum. manyak bu, ne yapacağı belli olmaz dedim. arkadaşla evinin önüne götürdük eşyalarını. benim ona aldığım hediyeler vardı. onları da koydum poşete. götürdüm verdim. sana aldığım hediyeleri de içine koydum. sana alınmışlardı görmek istemiyorum dedim. tamam dedi. ama sanki böyle prens charles'a hayır ilişkimiz yolunda gitmiyor bitirelim demişim gibi bunda bi afra tafra. dersin kraliyet ailesinden.

1 hafta sonra bu yine tekledi. mesaj attı, niye mesaj, çünkü arayacak göt yok onda. sen nasıl kendi kendine senin hediyelerin sende kalsın, benimkiler bende kalsın gibi bir karara kendin varırsın, ben şunları şunları geri istiyorum dedi. haaa dedim öyle mi, her şeyi koydum bi poşete. in kapının önüne dedim, vericem her şeyi, yok ya ben öyle demek istemedim falan dedi. in dedim ya da mamak çöplüğünden toplarsın sonra. ablamla gittik, onları da koydum kapının önüne. gidiş o gidiş, bir daha da aramadı çok şükür.

mühendis sevgili budur benim gözümde. dengesizdir, tutarsızdır, ne yaptığını bilmeyendir. kendisi bok yiyip seni sıkıştırandır. çok iyi mühendis arkadaşlarım var ama sevgili mi bir daha mühendislerden, töbe benden uzak dursunlar. bu da tek örnek değil. nice arkadaşlarım telef oldu mühendislerin elinde.

27 Ağustos 2012 Pazartesi

komşu değil öküz


Taşınma sebebi olan komşular yaşıyor bu memlekette.

bi sabah dersten çıktım eve geldim. oturdum bilgisayarın başına. arkadaşımla konuşuyorum. terasımdan bir gölge geçti. yanlış mı gördüm acaba dedim. kafayı bi kaldırdım, bi gölge daha geçti. güneşlikler de kapalı. sadece silüet görüyorum. bi 10 saniye kaldım öyle ne yapsam diye düşündüm. hani filmlerde olur ya. bir yerden bir ses gelir. sonra kadın hiç birşey almaz eline kendini savunacak. öle tüm salaklığıyla yürür sesin geldiği yere. sonra da ölür. hep deriz ya niye birşey almıyo kendini savunacak. ya da niye gidiyorsun oraya be salak kadın, kaçsana. ya da polisi neden aramıyorsun manyak mısın gibi. milyonlarca farklı seçenek gelir aklımıza. oraya gitmesi dışında yapacağı herşey hayatını kurtaracaktır ama gider bizim kahramanımız. orda ölür sonra. onu yaşadım işte ben.

terasta gölgeler görünce ne yapmam lazımdı. polisi ara değil mi. ya da bir bıçak al eline, birşey al kendini savunacak. o 10 saniyelik kitlenmeden sonra ayağa kalktım. gittim terasın perdesini zırt diye, kapısını da pat diye açtım. kendimi terasa attım. öyle attım dediysem artistik bir biçimde değil tabiki de.

bir baktım benim yan komşu yanında bi hatunla benim terasta sigara içiyor. terasa çıktım ben onlara baktım, onlar bana baktı, bakıştık biraz. haliyle ben bir açıklama bekliyorum. nerde. öküzlük kısmı burada devreye girdi. adam suratıma bakmadı terasın arka tarafına doğru yürüdü. insan bi açıklama yapar. gerçi nasıl bir açıklaması olabilir ki bunun diye de düşünmeden edemiyorum ama. neyse adam yürüdü gitti. kadın kaldı. hayatımda ilk defa görüyorum kadını ama. o bana bakıyo, ben ona, sigarayı yeni bırakmışım, terasımda sigara içiyo hayvanlar. ben içmiyorum lan o terasta sigara artık. ya da içiyorsun izin al ulan.

Neyse kadınla bakıştık. kadın daha az öküz çıkmış olacak ki açıklama yapma gereği duydu. ben apartman yöneticisyim -sanki bu sana terasıma atlama izni veriyormuş gibi- baktım suratına, ben bakınca devam etti. sizin bu terastan aşağı su akıyo galiba. ona bakıcam ben şimdi dedi. tamam bakacaksın teyzecim de genç bir kızın evine-ki teras evin bir parçası sayılıyor,bilmiyorsanız da öğrenin teyzecim- öyle zappadanak yan komşunun terasından atlayarak girmek de ne oluyor. kapıyı çal lan. medeniyet öğretmediler mi sana. o değil terasımda başka birini görseniz namus bekçisi kesilirsiniz başımıza. hakkımda demediğinizi bırakmazsınız. uyanık öküzler sizi.

tabi ben bunları teyzenin suratına söylemedim. sinirle içeri girdim. bi sakinleş sonra gider gerekeni yaparsın dedim. girdim içeri. sakinleştim bi. bu arada onlar da terasımda gezip keyif yapıyorlardı. neyse çıktım terasa. amca yeni sigara yakmış. teyze öyle manzarayı izliyo felan. dedim bir daha geleceğiniz zaman kapıyı çalın. yalnız yaşıyorum, ödüm patladı. size bakmadan polis de çağırabilirdim.

yok burda başına bişiy gelmez. burdan kim gelecek ki. yok söyle olmaz yok böyle olmaz. bizden başka kim olacak buraya giren ayol demeye başladılar. ben de baktım kurtuluş yok. ben değil de arkadaşım sizi gösreydi tanımıyo da sizi, kesin polisi aradı dedim. kapıyı çalın sadece dedim. sanki çok ayıp bişiy istiyormuşum gibi adam suratıma baktı. sanki ahlaksız teklif yaptım sana be adam. terasıma yanında bi hatunla atlayan sensin, suçlu ben oluyorum. özel hayatım var lan benim. ya sevgilim evimde olsaydı. ya ben uygun olmayn bi pozisyonda olsaydım. ya banyodan çıkmış olsaydım.

amcanın suratı görünce, pardon amca, içeri gir çay yap bir sonraki sefere, internet şifresi şu, yatak odası da şurada, uykun gelirse git yat uyu, uyanınca ben yemeği yapmış bırakmış olurum ocağın üstüne zaten diyesim geldi. baktı amca tip tip, sonra da tamam çalarız ama bizden başka kim olacak, kimse tırmanamaz bu kadar yukarılara dedi. içime su serpti, tamam o zaman diyip içeri girdim, internetten ev araştırmaya başladım.

21 Ağustos 2012 Salı

abi ayağı göt ayağıymış, bunu bildim bunu öğrendim ben

abi ayağı göt ayağı sözünü kafama vura vura öğreten olaydır bu. bir zamanlar bir grup arkadaşım olmuştu. bir web sitesinde ortak bir ilgi alanı ile ilgili toplanıp sanal ortamı kendimize yettirememiştik. sonra da haydi buluşalım demiştik. web sitesi de fantastik kurgu kitapları üzerine kurulmuş bir web sitesi. o zamanlar ben daha üniversiteye yeni başlamışım. 17 yaşında bebeyim bildiğiniz. abi dediğimde kastettiğim şey gerçekten abi. abi dediğim adam da 32 yaşında adam, ben abi dediğimde o hiç abi anlamıyor. ben diyorum gümüşhane o anlıyor götüm şahane


neyse ben yolculuk yapmışım otobüsle 12 saat, ne zorum varsa otobüsten inip koşa koşa bu buluşmaya gitmişim. sosyal ortam yaratma çabasının bu kadarı. sanki adamlar kaçacaklar. gittim buluşulan kafeye, gözlerim uykusuluktan şişmiş, gergedan poposu gibi olmuş, o zaman daha makyaj hilelerini de bilmiyorum, suratımın bir tarafı üstünden silindir geçmiş gibi, belli ki o tarafa yaslanıp uyumuşum 12 saatlik yolculukta, saçlarım da kısacık o zamanlar,otobüsten inmişim, saçlar akşam otobüse binerken jölelenmiş, sabah da yattığım tarafın şekli bozulmuş, yapışmış kafama, diğer tarafa yatmış. hatun olmaktan nasibini alamamış bir yaratık sokaklarda yürüyor. yanımdan geçenler değil hatun olduğumu insan olduğumu bile anlıyorlarsa şanslıyım. bir türün son örneği gibi dolaşıyorum sokaklarda. çizgi film karakteri sanılabilirim çok rahatlıkla.

koşa koşa gittim buluşmaya, birbirini tanımayan 10 kişi. ben yorgunluktan geberiyorum zaten. bi kız var ortamda sürekli konuşuyor. kızın boyu 1.45 felan, götü yere yakın olandan korkacaksın diye boşuna dememiş atalarımız. sonra ev arkadaşı olduk bu kızla, psikopatın allahı çıktı. o da ayrı bir hikayenin konusudur. kız nasıl konuşuyor, bütün dikkatler bende olsun diye. kız tam bir hobbit tipinde ama. kısa boylu, saçlar kıvırcık kabarık, tombik bişiy.başka bir kız var ortamda, ful makyaj yapmış, mavi lenslerini takmış, saçlarına fön çektirmiş, orada bir kuğu edasıyla oturuyor. ama kız benden 5 taneyi yan yana koy, aynen öyle. kendini elf felan zannediyor herhalde diye bakıyorum ben. ama kız öyle ki elfler bunu evcil hayvanları olarak bile beslemezler. çakma elf bildiğiniz.ya bu kadar laf ediyorum ama tarif ettiğim üzere benim tipim bildiğiniz ork tipi, beyin 12 saat yolculuktan sonra sulanmış konuşulanlara trol edası ile boş boş bakıyorum. bu kızları neden anlattım. hobbite benzeyen hikayemizde geçiyor, diğerine de inanılmaz gıcık oluyorum. o yüzden anlattım.

oturuyoruz hep beraber kafede, ben orada masaya dirseklerimi dayamışım, konuşulanları dinliyorum. adamlar fantastik kurgu kitaplarından bahsediyorlar. bildiğiniz masal yani. bir de uykum var. çocukluğuma döndüm sanki, yatağımın baş ucunda masal okuyor adamlar. orada o dirseklerin üstünde gözlerim kapandı. sonra web sitesinde bildiğiniz eğlence haline geldim.artık diyorum ki erkekler uyuyan kızlara karşı bir sempati duyuyorlar.gözler kapandı benim, sonra bütün grubun kahkahalarıyla uyandım. sıraların masaların üstünde uyumaya da liseden o kadar alışkınım ki, sıram tam camın ve kalörifer kenarı bir yerdi, kafayı yan çevir yasla, ooooh, mışıl mışıl 40 dk beni bekler durumdaydım. hiç zorlanmamışım uykuya dalmakta.

kahkahalarla uyanınca insanın rengi baya bir değişiyormuş ama. ne renk olduğumu bilemiyorum. yüzümdeki histen rengimin değiştiğini anlayabiliyordum ama. hoplayarak uyandım ben tabi. bana bakıp kahkaha atıyor adamlar. bildiğiniz ergenim daha 17 yaşında. travmaların en büyüklerinden birisi. sıçtılar ergenliğime. o hayali seyirciler vardı ya , hah onlar gerçek oldu işte, hem de en istemediğim anda.uyandım herkes gülüyor kahkahalarla bu abi dediğim öküz gülümsüyor sadece. oturdum bir saat daha ayıp olmasın , kaçmış gibi görünmeyeyim diye. rezalet büyümeyecek diye bilsem topuklarım popoma vura vura koşardım ordan uzaklaşmak için. 1 saat sonra gideceğim, telefon numaramı almak istedi, keman çalmak isteyen bir tanıdığım var, sen ders verir misin dedi. tamam dedim, verdim numaramı. sonra bunlar ne zaman buluşacak olsalar bana e-mail geliyor, web sitesinden mesaj yolluyor, üstüne bir de telefonuma mesaj geliyor. o kadar mı salak bir hatun imajı uyandırdım acaba diye düşünüyorum ben.

ben buluşmalara gidiyorum ama artık yavaş yavaş kendime geliyorum tabiki. ergenlik bitiyor bir yandan da. saçlar fönlü artık sürekli, 2 sene sonra gruptakiler artık o uyuyakalanın, o yaratığın ben olduğuma hayatta inanmazlar yani. öyle bir değiştim ben. türkan şoray'ın gözlüklü çirkin sekreterden, daş gibin bir sekretere dönüştüğü ediz hun'u kendine aşık ettiği film var ya, aynen o filmdeki gibi durum. bu gruptan bana çıkma teklif eden 3 kişi oldu. birini zaten gözüme kestirmiştim, kabul ettim. biz bunula çift olarak gidiyoruz buluşmalara. bu arada abi dediğim adam da sürekli benim yanımda, bana da lakap takmış,samimiyet yaratıyor aklı sıra. beni annesiyle tanıştırmış falan. ben bunlara keman çalıyorum buluşmalarda, ortam metal müzik dinleyenlerle dolu, ben haggard dan, nightwish ten giriyorum.adamlar bana hayran, ben zaten narsistim, bayılıyorum kendime.

bu hobbit hatunumuz bana cimcime deyip duruyor. bir de üstüne gitmiş cimcime ne diye araştırmış, küçük, tombul, sevimli bir karpuz türü diye anlatıyo bütün gruba, hayır boyum kısa desem değil, şişmanım desem o zamanlar 52 kilo felanım. ufak tefek bişiyim desem, o da yok, omuzlarım o kadar geniş ki düşük omuzlu bir şey giyemiyorum, olmuyo bana, omuzları yukarı atıyor kendini. omuzlar geniş olunca da ufak tefek görünemiyorsun. cimcime bana nasıl uyuyor hiç anlam veremiyordum ki bu olaydan sonra o abi dediğim öküz bana "karpuz" demeye başladı. adamın ilgisi bile ilkokul çocuğu modunda, lakaplar felan takıyor.arabasında içmeye çıkıyor arkadaşıyla mesela, beni arıyor, sende gel karpuz diyor.

ben de saf salak, gidiyorum. geliyor kapının önünden alıyor, gidiyoruz arabada içiyoruz, muhabbet felan ediyoruz. 19 yaşındayım ve hala safım o zamanlar, anlamıyorum ki adam bana asılıyor, 35 yaşında adam , ben 19 yaşındayım. acaba bu bir çıtır avı mı diye düşünmeye başlamamam çok tuhaf aslında.sonra memleketime geliyor öküz abi, annemle babamla tanışıyor, oturuyor sohbet ediyor, abimle muhabbeti kuruyor. abim de baya seviyor kendisini. geziyoruz tozuyoruz baya baya. annesi beni davet ediyor ara sıra, yemeğe gidiyorum ben bunlara, o zamanlar olan sevgilim de kıllanmıyor bu durumdan, zira abi diye herkesin kalbine taht kurmuş herif, kimse şüphelenmiyor.

gel zaman git zaman biz sevgiliyle ayrıldık. adamı beyaz atlı prens sanıyordum ben, adam çokoprens çıktı. öküz abi de bunu fırsat bildi sanırım, o zaman da yalnız başıma eryamanda 1+1 bir evde kalıyorum. üniveriste 3. sınıftayım. öküz abinin de evi bana arabayla 10 dakika felan. alıyor biraları çerezleri geliyor bana. ben de o aralar birine aşığım ama o zamanlar aşkın varlığına da inanıyorum tabi, köpek olmuşum peşinde. bunu gruptan kimse bilmiyor ama, platonik takılıyorum zira. zaten gruptan birisi de olmadığı için bilip bilmemeleri de çok önemli değil.

bu sıralarda da öküz abi bira çerez alıp bana geliyor ara sıra. bir gün oturalım film izleyelim dedik, bilgisayar ekranının önüne geçtik izliyoruz. onun da benim de gözler bozuk. burdan sonra öküz abide alkolün de etkisi ile film kopuyor.biz yan yana koltukta otururken bu kolunu koltuğun arkasına koyuyor benim kafamın arkasına. sonra götüm götüm yanaştı nasıl yaptıysa, kafamı çekti omzuna yasladı bu, benim nooluyo dememe kalmadı döndü alnımdan öptü, hayır kurbağa olan prensti beybi, napıyon sen demek isterdim ama korktum inanılmaz şekilde. götüm götüm uzaklaştım sonra da biralar bitti,gidip bira alalım ayağına evden çıkarttım bunu. adam zaten sünger gibi içiyor, ben baktım ki bu iş giderek tehlikeli oluyor, şişede durduğu gibi durmayacak bu anladım, ağzınla içmeyi unuttun sen abi de diyemiyorum.çıkarttım evden.

sonra bir daha eve sokar mıyım hiç.bana yakın oturan bir arkadaşım vardı, çaktırmadan mesaj attım,ara telefonda bana ağla çabuk gel yamuk diye. bu mesajı alan iki eli kanda olsa diğerini arar, 30 sn sonra telefonum çaldı, ağlıyo telefonda ama nasıl rol yapıyor, gerçekten ağlıyor sandım ben bile. çok moralim bozuk bıdı bıdı diye salya sümük durumda hatun. benim gitmem lazım dedim kaçtım yanından öküz abinin.kaçarak arkadaşıma gittim, o günden sonra öküz abi de anladı sanırım benim korktuğumu aramadı 1-2 hafta. sonra annesi aradı beni, nasılsın diye, iyiyim dedim, gelmiyorsun hiç dedi, derslerim çok yoğun dedim. sonra da öküz abi ile 2 yıl görüşmedik. ben mezun oldum, işe başladım, bir numara beni aradı, tanımıyorum, daha önce de görmemişim. öküz abinin de haberini almışım evleniyor 1 ay sonra diye. açtım bilin bakalım arayan kim? tabiki de öküz abi, görüşelim diyor. ben de o zamanki yakın bir arkadaşımı aldım, erkek arkadaşım sansın diye de elini tuttum, yanına gittim, beni onun elini tutarken görünce zaten bi bozuldu. yüzüme bakamadı, sonra da 5 dakika ayak üstü konuştu, evleniyorum ama sadece çocuk yapmak için dedi ve gitti, bu da öküz abiyi son görüşüm oldu.

sonuç olarak abi ayağı göt ayağıdır. yemeyin efendim. bunu bildim bunu öğrendim ben.

20 Ağustos 2012 Pazartesi

özlüyorum...


bize geldiğinde 6 yaşındaydı. bembeyaz bir ankara kedisiydi. hayat gibi bembeyazdı. nasıl huysuz bir şeydi ama. ablam almıştı yanına. rize'de çalışıyordu o sırada. yaz tatillerinde yanına gittiğimde hiç yüz vermezdi falan. ablam onun tek aşkıydı. hatta ablamla şakalaşırken biz böyle kaplan gibi üzerime atlamışlığı bile vardır. baya omzuma doğru o belgesellerde kaplanların geyikleri avlarken atladığı gibi. ağlarken kucağına çıkıp göz yaşlarını yalamıştı bir seferinde de. her gittiği eve sineklik yaptırıyordu ablam, pencerelerde düşmesin aşağı diye.

zamanla bana da alıştı lulu. gelip bacaklarımızın üzerine yatardı. kendini insan zannediyordu. 3 kişi otururken kesinlikle gelip ortada herkesi görebileceği ortama hakim olabileceği bir yere atar, sohbetin arasında miyavlardı, resmen fikrini söylerdi. tavla oynarken kesinlikle o tavlanın üzerine yatardı. kaldırırsanız, bir daha yatardı. bilgisayarla uğraşıyorsanız gelip klavyenin üzerine yatardı. ilgi odağı olmaya bayılırdı. elektrikli süpürgesini görünce kaçışı 100 m koşucularına taş çıkartırdı.

bir gün ablam bilgisayarla uğraşırken gelip klavyenin üzerine yattı. ablam aldı aşağı indirdi klavyeden. tekrar çıktı yattı. ablam tekrar aşağı indirdi. bir daha çıktı. ablam aşağı indirip "hayır lulu çıkmayacaksın buraya" dedi. lulu 2 saat kayboldu ortalıktan. arıyoruz arıyoruz yok. sonunda kanepelerin birinin altında bulduk. uzaktan bizi kesiyordu. eğildik buna bakıyoruz. ablam "lulu kızım gelsene hadi" dedi. oradan koştu ablama tokat attı geri kaçtı. ama tırnaklarını da çıkartmıyor. ablam "kızdın mı sen bana klavyenin üzerinden seni indirdiğim için" dedi. lulu bir kez daha koştu tokatını attı yine. sonra bir daha girmedi geri. çalımlı çalımlı evde dolaşmaya başladı tekrar.

ayakkabı kutularında yatmak en büyük keyfiydi. yatakta bile yatsa bir ayakkabı kutusu olacak ve onun içinde yatacaktı.

ablam nöbetlerden geldiğinde yanında yatardı. nöbetten gelip duşa girdiğinde banyo kapısının önünde beklerdi. çok kıskançtı. ablam evlendi, eşi yatak odasında istemediğini söyledi kediyi, ablam bir gün çıkartabildi. ertesi gün bir yolunu bulup girdi içeri ve yatağın ortasına tuvaletini yaptı. o günden sonra yatak artık lulu ve ablamındı. eşi içerde yatmaya başladı.

sonra geçici bir süreliğine ablamda kalmaya başladım ben. ben nereye benim kedim de oraya tabi. isis'le hiç bir zaman anlaşamadı. ne zaman görse dişlerini gösterip tısladı. sonra ablamın bir bebeği oldu ve ben lulu'yu geçici süreliğine kendi evime aldım. isis'ten bile iyi baktım ona. emanetti o bana. hala isis'le karşılaşınca evde tıslıyordu. yazları taşın üstünde, kışları kalöriferin üstünde yatar uyurdu.

duvara tutulan lazerle oynamayı çok severdi. bilgisayar ekranındaki fare göstergesine delirirdi. patilerinin arasına bir tuvalet kağıdı atarsanız çıldırır paramparça ederdi. agresifti. sevilmek istemiyorsa dokundurtmazdı kendisine. ilk önce bir miyavlamayla uyarır ısrarcı olursanız pençelerini kullanmaktan hiç çekinmezdi. taranmak en büyük keyiflerinden biriydi. saatlerde tarayın, gıkını çıkartmaz yatardı önünüzde. kemanımı kutudan çıkarttığımda kutunun içine yatar oradan gözlerini kapatıp beni dinlerdi.

13 yaşına gelmişti. 7 senedir bizimleydi. bembeyazdı ve hayat doluydu.

ne olduysa 1 haftada oldu. bir anda zayıfladı. bir deri bir kemik kaldı. dolapların, kanepelerin arkasına girmeye başladı çıkmamacasına. sadece yemek yiyeceği zaman çıkıyordu. ayakta zor duruyordu. veterinere götürdük hemen. bacağını traş ettiler. damarlarındaki kandan aldılar. ablam kan değerlerine bakınca lösemi olmuş dedi. veteriner bizi ankara üniversitesi veterinerlik fakültesine yolladı. lösemi olmuş dediler kızımız için. evden dışarı çıkmaz nasıl aldı virüsü dedik. 10 yıl önce bile almış olabilir, bağışıklık sistemi yaşlılıktan dolayı düştüğü için de şimdi çıkmıştır ortaya dediler. serum taktılar kızımıza. bir sürü ilaç verdiler. düzelir diye umduk. giderek kötüleşti.

eve getirdik. ertesi gün ayakta duramıyordu. ellerimizle besledik. iğnelerini ben kendim yaptım. her gün veterinere götürdük serum taktırdık bir umut diye.

sonra yemek yemeyi bıraktı bir gün. akşam yanıma aldım. yanımda yarı ölü vaziyette uzandı öylece. ara sıra acı acı miyavladı. korkuyordu. patisini tutup sakin sakin konuşuyordum onunla. miyavlamıyordu o zaman. ne zaman miyavlasa patisini tutup sakin sakin konuştum. sakinleşti... akşam odasına koydum onu. orada sakin sakin uyusun diye. iğnesini yaptım bir umutla. gidip odama yattım.

sabah ablam aradı. lulu'ya bakar mısın dedi. odasına gittim lulu'nun. baktım... nefes almıyor... dokundum... buz gibi...

bembeyazdı... ölüm gibi bembeyazdı...

ablam geldi arabasıyla. çamlıdere'ye götürdük lulu'yu. o çok sevdiği ayakkabı kutusunun içine yatırdık. bir çam ağacının altını kazdık ve gömdük kızımızı oraya... yolda giderken dönerken hep güzel anılarından bahsettik kızımızın.

şimdi onun hasta yattığı odaya bile giremiyorum. evde hep bir eksiklik var. bir nefes eksik evde. bir can eksik. fotoğraflarına bakamıyorum. ayakkabı kutularını göremeyeceğim bir yere kaldırdım. tarağını elime bile alamıyorum, hala üzerinde tüyleri var. çok özlüyorum onu...